Neler yeni
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

28 şubat Ve Kur'an Kurslari

Mücahid

New member
Katılım
17 Mar 2007
Mesajlar
2,553
Tepkime puanı
223
Puanları
0
Yaş
57
Konum
Tr


28 ŞUBATIN HANÇERLEDİĞİ KUR’AN KURSLARI

Bugün Kur’an Kursları, öğrenci kaydı ve eğitim hedefleri açısından, son elli yılın en kötü durumundadır. 28 Şubatla birlikte başlatılan psikolojik savaş, zaten içinde çok sayıda problemleri olan bu kurumlara öldürücü darbe indirdi. Kur’an Kursları, 28 Şubatla birlikte “hasta adam”lıktan, “ölümcül ihtiyar”a dönüştürüldü. Mahkûm edildiği bitkisel hayatta, sun’î teneffüs için zorunlu kaynak ve ihtiyaçları, 28 Şubat makasıyla kesildi. Minareyi çalan kılıfını hazırlarmış. Minare aracılığıyla haykırılan mesajın cılız da olsa temsilcilerinin yetiştiği yerler olduğu kabul edilen kurumları yıkanlar/çalanlar da, kılıfını hazırlamışlardı: “Komadaki hasta intihar etti.”

Çeşitli cemaatlerin elindeki Kur’an Kursları, Türkiye genelinde en az % 80 oranında işlevini göremez hale getirildiği için kapandı. Binaların çoğunu baykuşlar mesken tuttu. Az sayıdaki kurs binası da başka bir hizmet sahasına çevrildi. Savaştan çıkmış Afgan binalarını andıran bu durum, daha çok erkek kurslarında kendini gösterdi. Dost-düşman herkes görüyor, Kur’an Kursu binalarının içler acısı boş halini. Gazetelerimizde yaz aylarında en uzun duyuruları çıkan ilan spotlarını: “... Yatılı Erkek Kur’an Kursuna öğrenci alınacaktır. Kursun özellikleri şunlar, şunlardır. Hiçbir bedel alınmayacak, harçlıkları da verilecektir...” 15 Yaşına kadar Kur’an Kursuna gitmek resmen yasaklanmıştı. Bu yaştan sonra da, delikanlı haline gelmiş birisi, hangi gerekçe ile Kur’an Kursu’nda okumak isteyecekti? Okuldan ve çevreden edindiği bahaneler çoktu. İngilizce’ye kolay dönen dili, Kur’an okumaya gelince dönmüyor, Tecvid kuralları Cebir’den zor görülüyordu. İtalya’nın İnter takımının futbolcularını ezberlemek kolaydı, ama Kur’an’dan birkaç satırlık bir sûrenin ezberi çok zordu. Hem Kur’an Kursu, hayatta lâzım olacak bir diploma ver(e)miyor, Kurs’ta okumak, ilerideki hayatında karın da doyurmuyordu. Bir de okulda ve medyada hemen her gün bahsedilen temel düşman “irticâ”nın bu Kurs’larla ilişkisi kafasını karıştırıyordu. Okulda, öğretmen veya arkadaşları sorduğunda; bir öğrenci Çin’e gidip Çince öğrenmek istediğini, ya da meselâ Şamanizm dinini araştırmak istediğini söyleyebilirdi, ama Kur’an Kursu’na gitmek istediğini dillendirmek, herkesin alay ve hakaretine paratonerlik yapmak anlamına geldiği için, bu kolay mıydı? Zorunlu İlköğretimden sonra okumak isteyene Lise’den daha önemli bir okulu artık kimse göstermiyordu. Zaten Kur’an Kursları, okul bile değildi.

Evet, “kurs” kelimesi, “okul”la karşılaştırılamayacak kadar basitliği ve her yönüyle küçüklüğü çağrıştırıyor. Kurs; belli bir konuda sınırlı bir zaman süresi içinde yapılan (basit) eğitimi ifade ederken, okul; ciddi, planlı ve programlı bir eğitim ve öğretim kurumu anlamına geliyordu. Kur’an Kurslarına bu isim kasden, okula alternatif görülmesin diye verilmişti. Bunca yıldır nice cemaatin ve arkalarındaki halkın da katkılarıyla hâlâ ekol olamamış, okul haline gelememişti. Bu işin bir yanı. Diğer yanı ise; mâdem ki Kur’an Kursları bir okul değil, kurs idi. Öyleyse, hangi yaşta olursa olsun, çocuk en azından okul saatleri dışında bir kursa gidebilirdi. Bir spor kursuna, matematik kursuna gittiği gibi Kur’an Kursuna da gidebilirdi. Öyle ya, Dil kursuna giden 15 yaşın altındaki bir çocuk, niye Din kursuna gidemesin?! Yok, gidemez, burada mantık da, akıl da nakil de yasaktır; burası Türkiye’dir.

28 Şubat postmodern darbesi, sekiz yıllık zorunlu eğitimi bahane ederek “irtica yuvaları” olarak ilan ettiği İmam Hatip Liseleri ile Kur’an Kurslarını tarihe gömmek istemiştir. Devlet gücü, derin devlet ve medya eşgüdümlü işbirliği yaparak oluşturdukları müttefik koalisyonla, “Ebrehe ve yardımcıları”nı sahneye koymuşlardı. Herkes bu oyunu seyretmeliydi. Birinci perde, egemen güçlerin gâlibiyetiyle bitiyordu. Ama, seyreden görecektir, bunun ikinci perdesi de var...

“Onlar ağızlarıyla (üfleyerek) Allah’ın nûrunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler istemeseler de Allah nûrunu tamamlayacaktır. Müşrikler istemeseler de dinini bütün dinlere üstün kılmak için Peygamberini hidâyet ve hak ile gönderen O’dur.” (61/Saff, 8-9; 9/Tevbe, 32-33)

Olayın bir de, özeleştiri ve sünnetullah açısından değerlendirmesi yapılmalıdır. Çuvaldızı başkasına batırırken, iğneyi kendimize batırmadan doğruyu yakalayamayız. Osmanlı Devleti, içten yıkılmasa, oturduğu aslî temelin içini oymasa, dış düşmanlar ve onların yerli işbirlikçileri bu kadar kolay şekilde onu yıkamazlardı. Medreseler, T.C. devrim kanunlarından önce, kendi içinde yıkılmış, köhne bir yapı haline gelmiş, yüzlerce senedir “ıslah, ıslah!” diye inlemesine kulak verilmediği için “beni yıkın!” çığlığıyla intihar tehdidinde bulunuyordu. Kur’an Kurslarımız da benzer konumdaydı. Belki itirafı zor, ama, kaderin tokadını çoktan hak etmişti. Kur’an, bu sünnetullahı değişik şekillerde dile getirir. Onlardan biri: “Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca dalâletteki sapık kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. Artık O, size yaptıklarınızı bildirecektir.” (5/Mâide, 105). Her şey Allah’ın askeri olduğu gibi, zâlim de Allah’ın kılıcıdır. Kendi yolundan ayrılanları onunla cezalandırır, sonra ondan da intikamını alır.

İnsan, içinde bulunduğu yeri objektif olarak değerlendirmekte zorlanır. Dışarıdan bakınca, içteyken görülmeyen problemler daha net görülür. Müslümanlar, 28 Şubat öncesi ellerindeki kurumların kıymetini bilemediler, o kurumları kaynak itibarıyla köke tam bağlı, metod yönüyle çağdaş hale getirip, âzamî verim alınacak şekilde gerekli ıslah ve düzenlemelere gidemediler. Neticede de kıymeti bilinemeyen, ya da kıymetli hale getirilemeyen nimetlerden oldular. Çünkü sünnetullah böyledir; kader imhâl eder, ama ihmal etmez. Kurumların elden çıkması, bazen daha güzel kurumlar oluşturmaya sebep olur. Zamanında ve gerekli şekilde ıslah edilemeyen yapıların, dışarıdan bir tavırla yıkılması, hayırlara sebep olabilir, onların yerine daha yeni ve daha güzeli, çağdaş imkânlarla ortaya konulabilir. Düşünün bir kere, Kur’an Kurslarından on binlerce hâfız yetişmiştir. Arapça okuyan, dinî bilgilere sahip insan çıkmıştır. Bugün bunlar, hangi aktif cihad ve tebliğ sahasını dolduruyorlar? Hâfızlığını bitirdiği halde, Kur’an’ın yüzünü açmayan (eski) hâfızların oranı, maalesef % 50’lerin çok üzerindedir. Hem İslâm’a, hem çağdaş pedagoji ve psikolojiye ters düşen dayakla hâfızlık, belki kısa zamanda fayda veriyor ama, çoklarını Kur’an’dan da nefret ettiriyor. Ezbere dayanan eğitim, devrini çoktan tamamlamış klasik ders programı, Arapça’yı öğrenmenin en zor yolu ve pratikte kullanamasın diye icat edildiği intibâı veren Emsile, Binâ usûlü güya Arapça eğitimi. Naklî ilimlerin en önemlilerinin bile Kur’an’a dayalı ve çağdaş problemlere çözüm getirecek şekilde verilememesi yanında, aklî ilimlerin nakle ters düşmeyecek ve naklî ilimlere takviye olacak şekilde verilememesi, yatılı kursların anne-baba terbiyesi ve gereksiniminin yerini tutamaması ve ahlâkî dejenerasyona açık olması, oyun ve spor gibi ihtiyaçların sağlıklı karşılanamaması, öğretmenlerin pedagoji, psikoloji ve genel kültürden mahrum, hatta kendi alanlarında bile yeterli olamaması, devletin gölge edecek olumsuz tavırları, halkın yanlış beklentisi gibi burada gündeme getirilmesine gerek görülmeyen birçok problem, bu yıkımı bekler olmuştur. Zaten Mekke dönemine benzeyen ülke ve ortamlarda Kur’an Kursu gibi kalıcı bina ve kolay değişime ve taktik manevraya kapalı çalışmaların ne kadar doğru olduğu da bugün tartışılabilmelidir. Bizim dışımızdakilerin lütfen verdikleri için, istedikleri zaman elimizden alabilecekleri imkânları, canları isteyince elimizden aldıklarında, oyuncağı elinden alınan çocuk gibi feryadı basmanın pek bir yararının olmadığı değerlendirilmelidir.

İşimiz, kayıplarımıza mâtem tutup ağıt yakarak şeytan taşlamakla yetinmek olmamalı. Islaha ihtiyaç duyan kurumlarımızı, dernek ve vakıflarımızı, kurs ve okullarımızı bu fetret döneminde gözden geçirerek yeniden yapılanmanın; yeni, çağın imkânlarına açık, temel kaynağımız Kur’an mesajına uygun kurumlar oluşturabilmenin yolları aranmalı. Ama, kalıcı, hantal bina ve kurumlar yerine, esnek ve çok yönlü kullanılabilecek yapılanmalar üzerinde yoğunlaşmalı. Bütün bunlar yanında unutulmamalı ki, Mekke’de Rasûlullah’ın temel kurumu, evler idi. Evlerimiz Dâru’l-Erkam olmalı, evlerimiz eğitim kurumu haline getirilmeli, evimizde sinema havası değil, mescid havası esmeli. Evlerimiz, öncelikle kendimiz ve çocuklarımız için Kur’an Kursu olmalıdır; evinde bu değişikliği yapamayan, bulunduğu semti ve yaşadığı ülkeyi hiç değiştiremez. “Bir toplum, kendini değiştirmedikçe Allah, onlarda bulunanı değiştirmez.” (13/Ra’d, 11).“Nasılsanız, öyle idare edilirsiniz.”
 
H

hüma-gül

Guest
“Onlar ağızlarıyla (üfleyerek) Allah’ın nûrunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler istemeseler de Allah nûrunu tamamlayacaktır. Müşrikler istemeseler de dinini bütün dinlere üstün kılmak için Peygamberini hidâyet ve hak ile gönderen O’dur.” (61/Saff, 8-9; 9/Tevbe, 32-33)

Allah sonumuzu hayir etsin.Emegine saglik abi.
 

firdevs

New member
Katılım
2 Mar 2007
Mesajlar
251
Tepkime puanı
5
Puanları
0
Yaş
48
ALLAH (C.C) razı olsun.

Eğitimin kalitesini arttırmak için dini eğitim verilmeli.Pek çok okul uyuşturucu yuvasına döndü, Çeteler türüyor bu okullardan.Din eğitimi verilse ( Kurs yada okulda ) insanlar ahlaklı ve faziletli olmayı öğrenir. Örnek insan olarak Peygamber Efendimizin hayatı okuturlarsa uyuşturucuyla bu kadar haşır neşir olabilirler mi ? Bir toplumun çöküşü ,Dinini yaşamasının elinden alınmasıyla başlar.
 

mhmt

New member
Katılım
7 Kas 2006
Mesajlar
2,965
Tepkime puanı
715
Puanları
0
yazının sonundaki ayet herşeyi bitirmiş zaten abi..söylenecek bişey kalmamış..
ALLAH razı olsun...
selametle...
 

nicksizadam

New member
Katılım
8 Mar 2007
Mesajlar
314
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Konum
ankara
28 Şubat
Milli Güvenlik Kurulu'nun (MGK) 28 Şubat kararlarının ardından gelişen olaylar şöyledir:

Başbakan Necmettin Erbakan'ın 'havada yakıt ikmali' olarak tanımladığı başbakanlık görevini hükümet ortağı DYP genel başkanı Tansu Çiller'e vermek amacıyla 18 Haziran 1997'de istifasını Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e sundu. Ancak Demirel, hükümet ortaklarının arasındaki protokolü dikkate almayarak hükümeti kurma görevini ANAP genel başkanı Mesut Yılmaz'a verdi. 12 Temmuz'da Mesut Yılmaz başkanğında ANAP - DSP - MHP arasında kurulan 55. hükümet TBMM'den güvenoyu aldı.

MGK'nun 28 Şubat kararlarının ardından özellikle 18 Nisan 1999 seçimlerine kadar süren zaman diliminde 14 Ağustos 1997'de 8 yıllık kesintisiz eğitim kanunu TBMM’de kabul edildi. Bu kanunla İmam Hatip Liseleri dahil Meslek Liselerinin ortaokul bölümleri kapatıldı.

21 Mayıs 1997'de Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş'ın, Anayasa Mahkemesi'nde Refah Partisi için açtığı kapatma davasının 1 yıl sonra sonuçlandı. 17 Ocak 1998'de Anayasa Mahkemesi, Refah Partisi'ni, "laik Cumhuriyet ilkesine aykırı eylemleri saptandığından" içerikli gerekçeyle kapatılmasına karar verdi. RP'nin mallarının Hazine'ye devredilmesi de kararlaştırıldı. Necmettin Erbakan ve 6 partilinin beş yıl süreyle parti üyeliği yapması yasaklandı.

1998 Kasım ayında eski RP'li İstanbul Büyükşehir belediye başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın belediye başkanlığı düşürüldü.

Yeraltı irticai faaliyette bulunduğu iddiasıyla Aczimendi grubunun lideri Müslüm Gündüz 1997'de IBDA-C örgütünün lideri Salih Mirzabeyoğlu'da 1998'in son günlerinde İstanbul'da yakalandı. Daha sonra Başbakanlık Takip Kurulu ve Emniyet Genel Müdürlüğü kayıtlarından hazırlanan rapora göre, güvenlik ve istihbarat birimleri, 1997'de 2 bin 956 kişiyi, 1998'de ise 4 bin 420 kişiyi "irticai faaliyetlere katıldıkları" gerekçesiyle gözaltına aldı.

28 Şubat süreci sırasında TSK içinde dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı yerine iki ismin; dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir ile Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak'ın adları daha çok ön plana çıktı. 2001 yılında bir televizyon programın katılan döneminin Genelkurmay Genel Sekreteri emekli Tümgeneral Erol Özkasnak, 28 Şubat süreci'ni "post-modern bir darbe" olarak tanımlayan bazı yazarları haklı bulduğunu söyledi.
 

nicksizadam

New member
Katılım
8 Mar 2007
Mesajlar
314
Tepkime puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Konum
ankara
28 Şubat'ın haklı gerekçeleri de vardır.Ancak Kuran kurslarının kapatılması ya da kapatıldıktan sonra dini eğitime verilen önemin gün geçtikçe daha da azalması,üzücüdür.İşte bunu gerekçelendirmek yanılgıdır.Ancak dönemin iktidar üyeleri ağızlarını tutsalardı,bu olayların hiçbirisi yaşanmazdı."Arka bahçelerini meydanlarda imam hatipler " olarak gösteren kişiler eğer o şekilde davranmasaydı,bugün herşey çok farklı olurdu.
 
Üst Alt